29 Nisan 2012 Pazar

Saltanat Günleri Sona Erer!



O gün Bir Çeşit Ben'in Antakya'daki son günüydü. Yani 2 ay için. Gezmiş, tozmuş, her sabah kafasında 'Bu sabah ne yapcem?' sorusuyla uyanmıştı. Her gününü son günlerini yaşayan hasta gibi dolu dolu geçirmişti. Veeee saltanat günleri sona ermişti.

Geceleri gördüğü kabuslar bitmemişti elbette. Gündüz düşünceleriyle yüzleşmediği ne varsa rüyalarında karşısına çıkıyordu. Ama o inatla düşünmemeye devam ediyordu.

Ona sorsalar dönmek istemiyordu. Okula gitmek istemeyen çocuklar gibi hissediyordu. Daha kötüsü 3-5 parçayla doldurup getirdiği valizi yiyecekler, yazlıklar derken koskoca olmuştu. Daha daha kötüsü 17 saatlik yol gözünde büyüyordu. Kısacası dönmek istemiyorduuuuu!!!!

26 Nisan 2012 Perşembe

Eğitim Neferi Ergenler

O akşam Bir Çeşit Ben geldiğinden beri ilk kez, kuzeni Havuç Salatasıyla görüşmüştü. Havuç Salatasına göre bunun sebebi Bir Çeşit Ben'in fellik fellik gezmesiydi.

Bir Çeşit Ben'in en sevdiği şeylerden biri de ailecek oturdukları sofrada ergen maceraları dinlemekti. O gün Havuç Salatası da bir sürü hikayeyle gelmişti.

Havuç Salatası, Bir Çeşit Ben'in eski okulunda okuyordu. Eskiden son derece inek ve disiplin manyağı bir okulken; okul müdürü Deli Kadir'in giderek yaşlanması sonucu laçkalaşmaya başlamıştı. Halbuki Bir Çeşit Ben zamanında koskoca okul bahçesinde tek bir yaratık dolanmazdı. (Bkz: yaratık: öğrenci) Sınavların kazıklığından 45 üstü nimet sayılırdı. 90 gibi notlar okulda duyulmazdı. Ah ne günlerdi. Bir Çeşit Ben, Hisli Kızla tüm tenefüs geziyor bahanesiyle Sempatik'le bakışırdı. Sempatik 'hayalindeki erkek' profiline o kadar uygundu ki. Hayatında gözlerine o kadar uzun baktığı tek insandı. Çocuğun, gözlerini hiç kaçırmamasına rağmen 'Ne bakıyon kızım' demeye bile gelmemesiyse Bir Çeşit Ben için hep bir muamma olarak kalmıştı. Bir Çeşit Ben tam "Bu bakışmalarla bir halt olmıcak" diyip vazgeçtiğinde çocuğun, aklı şeyinde bir pislik olduğunu öğrenmişti zavallı Bir Çeşit Ben.

O akşam Havuç Salatası bambaşka bir okul anlattı Bir Çeşit Ben'e. Anlattığına göre zamane ergenleri çok fenaymış. Mesela o gün YGS açıklandığı için okul ayılıp bayılanlarla dolmuş, ambulanslar yetişmiş. Buraya kadar neyse de o kargaşanın üzerinden bir saat geçmeden ikinci bir kargaşa sarmış okulu.

Aklıyla övünen ergenin bir tanesi, bir rivayete göre iddiaya girip kendini kanıtlamak için, bir rivayete göre merdivenden inmek zor geldiğinden; 2.kattan pencereden atlamış. Okulun disiplininden korkan ergenin, sedyeyle ambulansa taşınırken "Beni okuldan atmayacaksınız di mi hocam? Nolur atmayın hocam" diye bağırdığı duyulmuş :D İşte Bir Çeşit Ben'in okulu böyle de ders meraklısı öğrencilerle doluydu. Onlar ki canlarını düşünmez; okullarınıı düşünürlerdi :)

25 Nisan 2012 Çarşamba

Nurtopu Gibi Bir Notebook'unuz Oldu!

Bir Çeşit Ben geldiğinden beri bir çeşit divane olmuş, gezip durmuştu. Yok arkadaş sen kalkıp 'Onu da göriyim hatırı kalmasın' diyince doyumsuz insanoğlu 'Bak gitmeden görüşelim, şu gün de şunu yapalım' diyordu.
Antakya'da da evde de 4 ayda çok şey değişmişti. Baharla birlikte Antakya'da her yer yeşillenmişti. Bir de belediye, şehri diğer tarafa kaydırıyordu. Evde ise her gelişinde olduğu gibi yeni bir şeyler alınmıştı. Bir Çeşit Ben de bir çeşit ergene bağlamış 'Ben yokken bişiler alıp duruyosunuz kendimi iyice yabancı hissediyorum yeaaa!' diye isyan etmişti.




Her gelişinde kendi de bir şeyler alıyordu. Antakya bildiği yerdi, nerden ne bulunur biliyordu. Yine de kredi kartını yeni aldığından Bir Çeşit Açgözlü olmuştu. Ne görse çizgi filmlerdeki aç canavarlar gibi almak geliyordu içinden. Elindekini kredi kartını 3.denemede alabilmişti. Galiba bankaların Bir Çeşit Ben'e kredi vermemelerinde bile evrendeki bir sır gizliydi :D Bir Çeşit Ben 'Herşeyi denemek lazım şu hayatta' diye diye borç batağını da deneyecekti bu gidişle.




Geçen yazdan beri evde iki dava vardı konuşulan: Laptop ve Ehliyet. Bir Çeşit Ben, çocuklar duymasındaki havuç'un cep telefonu istediği ısrarda bu ikisi için annesine baskı yapıp duruyordu. Bu kez de ritüeli bozmayıp görevini yerine getirmişti:
'Anne yeaa şu laptop işini yaz tatiline bırakmasak da alsak mı diyorum hıııı?'diye yüzünde en sinsi, en yılan gülümsemesiyle sormuştu.

Annesi bu sinsi gülüşten tırsmış olacak ki anında uygun bir hayırı yapıştırmıştı Bir Çeşit Ben'in suratına: 'Kızım yazın alacağız işte acele etme kaç ay kaldı şurda.'

Bir Çeşit Ben'in beklediği cevap da buydu zaten. Ama sonrasında gelişen diyalog bu hayır'ın değerini anlamasını sağlamıştı.

-'Aslında o gün gazetede *** markasında yarı fiyatına düşmüş diyordu bir gidin babanla bakalım karta çektirirsiniz'

Bir Çeşit Ben boş bir suratla bakmış, cevap verme gereği duymamıştı.
Sonraki gün annesi yine durmamış, konuyu aile reisi sıfatlı koca adamla konuşmuştu. Bir Çeşit Ben, bir çeşit sinirle 'Hayır niye durmuyor ki bu kadın alaaa alaaa' diye düşünmüş, yine ses çıkarmamıştı.

Babası bir sonraki gün 'Hadi kızım'diye onu AVM'ye götürmüştü. Bir elinden tutmadığı eksikti.

Yaka kartında Bünyamin yazan satış elemanının 2 saatlik reklamını dinledikten ve 'O mu şu mu' diye karar verme olayını gerçekleştirebildikten sonra Bir Çeşit Ben bir notebook sahibi olmuştu. Ama onu benimseyememişti. O, içindeki ailenin beklenmeyen çocuğuydu. İstemiyorum diyerek o minik notebookun hayatına da kıyamamıştı.

Tüm suç annesinindi Okan Bayülgen boşa mı seslendirmişti o reklamı;

Arabayı hayal edersin
Ailene dil dökersin
Zar zor ikna edersin
İlgi çekersin
Hevesin kaçar!

Bir Çeşit Ben bu reklamın daha "zar zor ikna edersin" kısmında takılmıştı ve direk "hevesin kaçar" kısmında bulmuştu kendini.

24 Nisan 2012 Salı

Günaydın (!)


Avazım çıktığınca GÜNAYDIIIIN diye bağırıp henüz sabah olduğunu hatırlatmak istediğim insanlar var!
Mesela;

*Sabahın 8 inde üşenmeyip günaydın mesajıyla beni uyandırabilen çocuk GÜNAYDIN. (Yazar burda işin mi yok olum bi git demek istiyor!)

*Kontör yüklemediğimde intikamını yine aynı yolla alan Turkcell GÜNAYDIN.

*Bir hırsla ve hışımla sabahın köründe kapıları çarpa çarpa evinde dolanan şıpıdık terlikli üst komşu; GÜNAYDIN.

*Haftasonu sabahın köründe bizi son ses Ferdi Tayfur çalarak uyandırmaya çalışan babama da koccamaaaan bir GÜNAYDIN. (Sen hiç emekli olma e mi?)

*Diğer bir haftasonu fiyaskosu: İzmir'deki evde her haftasonu o topu odamın duvarıyla dansettiren site sahiplerinin veletleri... Size de en güzelinden GÜNAYDIN.

*Haftaiçi "Okula gitmeyecek misin?" diye eşşeğin kafasına karpuz kabuğunu altın tepside sunan Evdaşlarım size de malesef GÜNAYDIN.

*Herkes uyku sersemiyken son derece enerjik haliylen çalmayan oynayan ve oynamaya davet eden arkadaşım GÜNAYDIN. (Bi bırak da uyukliyim şurda beee)

23 Nisan 2012 Pazartesi

Tımarhane Olmazsa Üfürükçü Olsun


Bir Çeşit Ben eve gelince huzuru bulacağını düşünüyordu. Güya bu 10 gün heeeer şey harika olacaktı, kafası rahatlayacaktı o da tüm iç huzuruylan geri dönecekti İzmir'e. Ama işler pek de beklediği gibi gitmedi.

Bir Çeşit Ben ilk geldiği gün ölümüne yordu kendini. 17 saat uyumadan yol çekti. Otobüslerin o çok reklamı yapılan rahatlığı sayesinde (!) her yeri tutulmuştu. Üstüne bir de kardeşi tuttu kolundan sinemaya götürdü. Eve döndüklerinde saat 10u bulmuştu.

Bir Çeşit Ben "Artık bu kadar canım çıkmışken ölü gibi uyurum, bir güzel dinlenirim" diye düşündü ve her zamanki gibi planları suya düştü. Uyudu uyumasına ama gece kabuslar rahat bırakmadı. Geveze'yi gördü, Varyemez Pembe Kafa'yı gördü, Betelesini gördü. Ve çığlık çığlığa uyandı. O sırada annesi, kardeşiyle kendisinin üzerini örtmeye gelmişti. Bir Çeşit Ben'in çığlıkları korkuttu kadıncağızı.Bir Çeşit Ben'in tek söylediği "Anne anne!" diye sayıklamaktı. Annesi, Bir Çeşit Ben'i biraz sakinleştirmeye çalıştı. Bir Çeşit Ben'in en son hatırladığı "Evdeyim di mi?" dediği olmuştu. Annesi başında bir kaç dua okudu ve uyumasını bekledi.

Sabah tüm aile sakinleri tek tek gece neden öyle korktuğunu sordular. Açıklayabilirmiş gibi... Annesi yatmadan önce okuması için bir kaç dua söyledi. Bir Çeşit Ben kabusların o gün biteceğine emindi. Yine düşündüğü gibi olmadı. Okuduğu dualara rağmen Geveze'yle ilgili kabuslar devam etti. Geveze kabuslarında onla konuştu, onla dalga geçti ve daha kötüsü değişik yaratıklara dönüştü. Bir Çeşit Ben uyandığında çok yorgun oluyordu. Ne yapması gerektiğini bilemedi. Üfürükçülere mi başvurmalıydı diye düşündü. Bu gidişle sonu ya tımarhanede bitecekti ya da üfürükçülerde. Gidemezdi tabi. Bırak üfürükçülere gitmeyi iki tane inli cinli hikaye anlatsan o odadan çıkamazdı. O yüzden yine annesinin söylediği dualara sığınarak geçmesini bekledi...

21 Nisan 2012 Cumartesi

Biraz Dram Biraz da Bilimkurgu


BEATTLESHIP (Fragmanlar için başlıklara tıklaman yeterli)

Beattleship filmi dün gösterime girdi. Biz de tesadüfen ona gitmiş olduk. Film aksiyon, gerilim ve bilimkurgu türlerinde. Amerikan yapımı olan film Hancock'un yönetmeni Peter Berg tarafından yönetilmiş.

Normalde uzaylı filmlerini o kadar sevmem. Şimdiye kadar uzaylılarla ilgili tek beğendiğim film 4.tür idi. Ancak Beattleship özellikle savaş sahneleri açısından oldukça etkileyici. İzleyicide hiç bir zaman "Tamam bak şimdi insanlar şöyle yapacaklar uzaylıları yenecekler" ya da "Uzaylılar son dakika golüyle öne geçecek dünya da onlara kalacak" gibi bir tahmin oluşmasına izin vermiyor. Her dakika merakla izliyorsunuz.

Ünlü Amiral Battı oyunundan uyarlanan filmde Alex Hopper ve ekibi dünyayı tehdit eden uzaylılara karşı denizden, karadan ve havadan olağanüstü bir hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Kesinlikle izlenmesi gereken bir film..


Ege'de küçük bir sahil kasabasında yaşayan 10 yaşında bir çocuk ve dedesi aracılığıyla bir ülkenin değişimini anlatıyor film. Gerçek bir hikayeyi konu edinen filmde Çağan Irmak yörenin insanlarının sıcaklığını oldukça etkili bir şekilde yansıtmış. Mübadele yılları, öteki olma, bir yere ait olamama ve insanları insan olarak sevmenin önemini masalsı bir şekilde anlatılmış. İzlemeden önce biraz Babam ve Oğlum havası taşısa da izledikçe daha farklı olduğunu anlıyor insan. Bir de filmi izledikçe 'Allah'ımmm yaz gelsin!' diyorsunuz :)

"Şunu bilin ki; insanın ettiği kötülüğü akrep bile etmez insana. Cümle mahlukat dile gelip aman diler ama insan dediğin durmaz; kıyıp da geçer."
Dedemin İnsanları

20 Nisan 2012 Cuma

Ayrılık Ateşli Bir Hastalıktır!

Bir Çeşit Ben ve Geveze ayrıldılar.Bir Çeşit Ben için aslında bu; kabullenmek istemediği uzun bir süreç olmuştu. Tıpkı hastalık gibi.

Bir Çeşit Ben hasta olacağı zaman yataklara düşene kadar hasta olduğunu kabullenmezdi. Millet suratına bakar "Ölüyosun kızım, git yat" der; Bir Çeşit Ben ise "İyiyim ya bugün yarın geçer" derdi. En son, soluğu yatakta avuç dolusu hap yutarken alırdı.
Ayrılık onun için uzun bir süreç olmasına rağmen onun açısından fazla ağır geçiyordu. Galiba bu kez hiç umut etmemesi gerektiğini tam olarak anladığı için durum böyleydi. Ayrılmaya Geveze'nin gözlerindeki boş ifadelerden dolayı karar vermişti. Geveze'yi seviyordu ama daha önemlisi ona güveniyordu. Güven sevgiden daha önemliydi. Ama o gün Geveze'nin kendisi
ne eski Ego halindeki gibi baktığını gördü. Geveze, Ego'yken güvenilmez biriydi. İşte o gün Bir Çeşit Ben'e tehlikeli ve güvenilmez biri gibi davranmıştı. Bir Çeşit Ben kötü hissetti ama sesini çıkarmadı. Ancak o akşam Geveze'ye artık güvenemeyeceğini düşündü. Kendini Bir Çeşit Salak gibi hissetmişti. Aşk gözünü fazla körleştirmişti.

Haftalardır susan iç ses konuştu:
"E bravo! Bu çocuk son iki haftadır adam gibi ilgilenmiyor senle.Sen o kadar zaman kabullenmedin de tek bir bakışla mı kabulleniyosun?!" diye.
İç sesini bastıramayıp sokaklara attı kendini. Varyemez Pembe Kafa da adrenaline hazır haliyle "hadi çıkalım kız" diye verdi gazı.Gecenin bir köründe iki manyak Buca sokaklarında içmeden sarhoş olan kafalarıyla dolandılar.Bir Çeşit Ben de bir çeşit cesaretle kendisi için büyük bir karar verip konuştu Geveze'yle. Geveze için aslında çok da şaşırtıcı olmadı. En azından Bir Çeşit Ben öyle düşündü.

Sonraki gün ise daha ağırdı. Okulda bir türlü yerinde duramadı. Boğuluyordu sanki. Geveze karşısındaydı ve sapasağlamdı. Kendisiyse savaş gazisi gibiydi. Parçalara ayrılıyor gibi hissediyordu. Geveze'nin gözlerine bakamıyordu. Baktığındaysa onun böyle sakin ve normal oluşu kendini daha kötü hissettirdi.

Bu kadar şey azmış gibi o gün sözlüye kalktı şansına. Sözlü kötüydü. Kendini rezil ettiğini düşündü. Dışarıdan görünen neydi bilmiyordu. Tek bildiği sözlünün böyle bi günde denk gelmemesi gerektiğiydi. Sözlüden sonra Geveze onu teselli etmeye çalıştı. Bu kötüydü.
Sonuçta adama demezler mi "Oğlum tamam sen iyisin hoşsun, gayet mutlusun da ilk günden kıza bu kadar belli etme." diye.

Bir Çeşit Ben normalde bi gün sonra eve gidecekti. Güya Geveze'yle bir yerlere gidip ay dönümlerini kutlayacaklardı. Ama durum böyle olunca Bir Çeşit Ben dayanamadı. Babasıyla konuşurken babası ona bilet bulabileceğini söyledi. 2 saat içinde bilet bulundu, üç beş parça kıyafetle valizini hazırladı. Gitmeden önce faturayı ödemesi için Gamsız'la buluştu. Gamsız onun kötü hali için derdini sormadan 'Kimsenin ne düşündüğünü önemseme, salla' dedi :D

Bir Çeşit Ben bunu düşünüyordu zaten en başından beri. Sonuçta şükretmesi gerekiyordu çünkü ilk başlarda Geveze'yle hiç bir zaman bir çift olamayacaklarına inanırdı. Geveze kendisini sevmez diyordu, sevdi. Bir Çeşit Ben bazı insanların hayatlarında hiç yaşayamayacağı bir şey yaşamıştı. Kör kütük aşık olmuştu. Ve hayatta her şey olgunlaşması ve insanları tanıması için birer tecrübeydi.. Ayrılık konusunda hep böyle düşünmüştü zaten ama...

Ama hisleri bu kadar mantıklı olamıyordu. İçinde çok fena bir şeyler acıyordu. Acıdan daha kötüsü böyle zayıf davrandığı için kendine çok öfkeleniyordu. Kendine yediremiyordu böyle hissetmeyi. Acı çekmemeliydi. Özleyecekti. Geveze'nin kendisine ***m diye sahiplenir şekilde hitap etmesini özlicekti, inatlaşmalarını özleyecekti, birden karşısına çıkması gibi küçük süprizlerini özleyecekti, ona sarıldığında duyduğu güven hissini özlicekti. Daha kötüsü o zeytin ağacı ve nerdeyse eve gittiği her yol o günleri hatırlatacaktı.

Yolculuk boyunca bunları düşündü. Önündeki çocuk Geveze'nin parfümünden sıkmıştı. O gün kötü geçmek için vardı sanki.En son eve vardı ve kendini biraz olsun güvende hissetti. Dönüşte nolacağını bilmiyordu. Ama düşünmek de istemiyordu. Bu 10günü kendine gelmek için uğraşmakla geçirecekti. Yine de sanki bir daha hiç aşık olmıcak, hiç sevmicek, hiç güvenmicek gibi hissediyordu ve korkuyordu.

Bu hastalığın çabuk geçmesi gerekiyordu!

17 Nisan 2012 Salı

Vallaha mı?!

Beyin Patladı, Ruh Hali Bitik
Teşhis Tımarhane!

Bir Çeşit Ben iki haftada ciddi anlamda tükendiğini hissetti. Yaşlanmıştı sanki. Herkesten uzak durmak istiyordu. Davranışlar öyle çocuksu geliyordu ki..

O gün Bir Çeşit Ben ders çıkışı Varyemez Pembe Kafayla oturdu biraz. Üniversite öğrencisinin genel problemi bölümün rahatsa kendini aşka vurursun. Varyemez Pembe Kafa da geçen yıldan beri leyla leyla dolanıyordu ortalarda. Onu mahvedene de Kurbat diyelim. (bkz:Antakya dilinde çingene) Kurbat adıyla da uyumlu olarak kara kuru, uzun ince veee apaçi saçlı bir şeydi. Saçları gözlerinin önüne düşerdi ve Bir Çeşit Ben'le grubunun uzun süre dalga konusu olmuştu. Varyemez Pembe Kafa aslında güçlü bir kızdı. Kurbat'tan karşılık bulamayınca vazgeçmesini bilmiş, kendini yeni aşklara açmıştı ama Kurbat durmamıştı etrafında sinsi bir karayılan gibi görünmüş ve yine kızın kafasını karıştırmayı, eski günlerini özletmeyi başarmıştı. Bir Çeşit Ben, Varyemez Pembe Kafayı olabildiğince anlamaya çalışmış, yardımcı olamasa da dinlemişti. Tabi kendisi de dertlerini anlatmıştı, rahatlayamasa da dışardan birinin ne gördüğünü anlamıştı.

Bir Çeşit Ben daha sonra Evdaşıyla kuaföre gitti. Kuaför abla boya yapıyordu.
Saçı boyanan kadın boyayı beğenmedi.
Havalı olmayan bir dilde 'Yok yaa olmadı ben daha açık bir sarı istiyordum' dedi.
Kuaför abla 'Vallaha mı?!' dedi.
Sarısı olmayan kadın 'Evet. Olmadı çok koyu bu' dedi.
Kuaför abla 'Vallaha mı?!' dedi. 'O zaman bir daha boyayalım, dur ben boyayı hazırlıyım' dedi.
Sarısı olmayan kadın 'Ayy yok yok benim başım döndü, çok kötü oldum' dedi.
Kuaför abla yine 'Vallaha mı?!' dedi. Sonra da kendince teselli etmeye çalışırcasına 'Ama biliyo musun benim de biraz önceden beri başımda bir dönme var' dedi.
Sarısı olmayan kadın fenalaşıp gitti. Bir Çeşit Ben, Vallaha mı kuaföre gülmemek için kendini zor tuttu. Bu kadar bunalmışlık içinde Vallaha mı Kuaför kendisine iyi gelmişti.

Bir Çeşit Ben eve döndüğünde bir kaç arkadaşıyla konuştu. Artık rahat rahat vizelerden sonra gidip göreceği insanları düşünebilirdi. Kendini güvende hissetmeye ihtiyacı vardı. Ölümüne gezmek istiyordu. Ve tabi hiç bir şey düşünmemek.

13 Nisan 2012 Cuma

Bir Çeşit Mutlu İşte

Bir Çeşit Ben ve grubu oldukça yoğun günler yaşıyordu. Sınavların yanında yetiştirmeleri gereken ödevler vardı. İşin kötü yanı istenilen ödevlerin nasıl yapılacağına dair sınıfta tam bi bilgi yoktu. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu.

Haftanın başı Bir Çeşit Ben için daha bir garipti. Geveze'nin bir günü diğerine uymuyordu. Yani yine.. Bir gün ilgiliydi, Bir Çeşit Ben ortadan kaybolur kaybolmaz arayıp soruyordu, bir gün tamamen kopuk oluyordu yüzüne bakmıyordu, ertesi gün telefonda arkadaş olmaktan bahseden şakalar yapıyordu. Geveze, Ego haline dönüyordu. Bir Çeşit Ben durumu böyle görünce vazgeçmeye karar veriyordu. Soğuk davranıyordu. Bu kez de Geveze yine sevimli Geveze'si oluyordu. Tek bir 'kız arkadaşım' demesi ya da Bir Çeşit Ben'e sarılması tüm fırtınaları unutturuyordu. Bir Çeşit Ben öyle yoruluyordu ki bu dengesizlikten. Eski günler dönmüştü sanki. Sevgili olmadan önce de böylelerdi. O zamanlarda da Geveze bir gün seviyor gibi davranırdı, bir gün arkadaşım falan derdi, her şeyi yıkardı. Bir Çeşit Ben aynı ikilemlerden yoruluyordu.

O gün Geveze'nin ödev için onlara gelmesi gerekiyordu. Geveze,Bir Çeşit Ben ve Evdaşlar gecenin 2-3üne kadar uğraştılar. Olmadığında sinirlendiler.Bir Çeşit Ben beyinlerinin patlayacağını düşündü.

Bir Çeşit Ben, Geveze'yle sorunları hakkında konuşmaya çalıştı. Ama Geveze hiç bir şey söylemiyordu. Konuşmadıkça sorun büyüyecekti. Geveze'nin tek söylediği uyuşmadıklarıydı. Sevdikleri ama uyuşmadıkları. Bir ara Bir Çeşit Ben ikisini de bu dertten kurtarmaya karar verdi. Ama dayanamadı. Mutlu olduğu insan yanındayken sonunu düşünmek kolay olmuyordu. İçinden Geveze'nin ilişkileri için biraz olsun umutlu olmasını diledi.

Gece Geveze, Bir Çeşit Ben'i yanına aldı. Bir Çeşit Ben'e sımsıkı sarıldı. Bir Çeşit Ben öyle mutluydu ki.. Sevdiğiyle uyumuştu. Uyandığında sevdiği yanındaydı.. O an sorun falan kalmamıştı kafasında. Sadece koccamaaan sırıtmak geliyordu içinden. Biliyordu bir sonraki gün her şey değişecekti. Ama o an mutlu olmak yetiyordu. Seviyordu, seviliyordu... Sonu gelecekti bunu da biliyordu ama mutluydu işte.

10 Nisan 2012 Salı

Hayatımız Dizi(ydi) Vol.2


Bizim dönemde (yaşlı insanlar gibi oldu nan bizim dönem falan vayt :)) ikokulda flütle Yılan Hikayesi'nin çalmayan yoktur herhalde. Yılan Hikayesi yayınlandığı dönemde ciddi bi fenomen haline gelmişti. Memoli
(Mehmet Ali Alabora) ölümüne jölelediği inek yalamış görünümlü saçlarıyla yakıp kavuruyordu. Sanırım o inek yalamış görünümden fazla etkilendikten sonra çıkardılar bu saç dikme modasını. Zeyno(Meltem Cumbul)'yla Memoli ölümüne inatlaşan ve bir türlü birbirlerine aşklarını itiraf edemeyen bir çiftti. Zeyno nerde bir banka soygunu, kaçırılma vs.olay varsa mutlaka orada bulunurdu, garibim Memoli de 'E be köylü kızı e be köylü kızı!' diye söylene söylene onu kurtarmaya giderdi. Ben tabi bilinçaltımda yani rüyalarımda onları bir evlendirdim,çocuk sahibi ettim falan fistan ama maalesef benim beklediğim gibi yapmak yerine senaristler dizinin ortalarında Zeyno'yu öldürdüler. Yorgan gitti kavga bitti hesabı Zeyno'nun kanlısı Erkan(Emre Kınay)'la Memoli de arkadaş oldu. Ve benim hayallerim sona erdi. Zeyno gidince de ben diziyi bıraktım..

Meltem Cumbul sonrasında Elmas Mağden olarak Beşik Kertmesi'ne geçti.

Beşik Kertmesi son derece komik bir diziydi. Ve kadrosu da süperdi. Çok uzun sürmedi ama Ay Dede (Erdal Özyağcılar) Ferdi (Olgun Şimşek) ve daha bir sürü oyuncuyla harikaydı. Hikaye olarak Ferdi Kısır Köy deki kısırlık lanetinin kurtarılması için tek umutlarıydı ve beşik kertmesi olan Elmas Mağden'e yani Tekgül'e ulaşmaya çalışıyordu. Bu Kısır Köylüler her şeye "Dabi dabi dabi" diyip duruyorlardı. Bir de Elmas Mağden'in "Her yere baktın beni aradın, beni cepten ara" diye bir şarkısı vardı. Serdar Ortaç versiyonu bir şarkıydı :)

Yılan Hikayesi kadar hatta ondan da fazla fenomenleşmiş bir diğer dizi Asmalı Konak. Meral Okay'a da ithafen bu diziden bahsetmemek olmazdı. Asmalı Konak, New York'ta tanışıp Kapadokya'ya evlenmeye gelen Seymen (Özcan Deniz) ve Bahar'ın (Nurgül Yeşilçay) ın aşkını anlatıyordu. Seymen Ağa o zamanlar hem dediğim dedik yapısı hem de romantikleşebilen kişiliğiyle herkese 'Ben ağayla evlencem yaaa' cümlesini kurdurmuştu. Ahh ah öyle koca.. :) Asmalı Konak öyle bir etki yarattı ki insanlar akın akın Kapadokya'ya gitmeye başladılar. Sonrasında Ağa ve ağalığa merak arttı. Asmalı Konak'a benzeyen Sıla'yı çektiler. Ama Asmalı Konak kadar büyük bir etki yaratmadı tabi.

İşte bizim dönemimizde genç ve yakışıklı oyuncularla dolu, çıt çıkarmadan izlediğimiz bu diziler vardı. Sanırım yıllar sonra biz de annelerimiz gibi " Vay be bu adam bizim zamanımızda da aynıydı çocuğum hiç mi değişmez insan" diye cümleler kuracağız. Benim hatırladığım popüler diziler bunlar. Sizin de hatırladığınız diziler varsa paylaşın hatırlayalım :)

7 Nisan 2012 Cumartesi

Abdala Malum Olurmuş

"fikirleri uyuşmuyordu, hatta hemfikir oldukları konular çok azdı. sürekli kavga ederlerdi. sürekli, her gün, birbirlerine meydan okuyorlardı. ama farklılıklarına karşın önemli bir ortak noktaları vardı; birbirleri için deli oluyorlardı." THE NOTEBOOK


Bir Çeşit Ben o gece 5-6 kabus gördü. Her seferinde inatla uyumaya çalıştı ama olmadı. Her rüyada Geveze onu bıraktı, o Geveze' yi bıraktı. Bu sefer kuruntu değildi sanki. Olmuyordu. Deli gibi seviyorlardı ama uymuyordu bir şeyler. Birbirlerini anlıyorlardı ama yine olmuyordu. Daha kötüsü bunu Geveze'nin gözlerinden anlayabiliyordu.

Önce akışına bırakmaya çalıştı. Bir şey yok gibi davranmaya çalıştı. Sonra anlattı insanlara, bir çeşit kuruntu işte dediler. Sonra ayrılık şarkılarına sardı durduk yere. En son dayanamadı konuştu Geveze'yle. Rüyaları boşa değildi. Geveze de sonu düşünüyordu. Dayanamadı. Hıçkırıklara boğuldu. Neden hala imkansızlardı anlamıyordu, neden bu kadar zordu birlikte olmaları bilmiyordu. Geveze'nin onu biraz olsun sevmesini istemişti, sevmişti. Şimdi süper uyumlu olmalarını istese, dualar etse yine yüzsüzce. Evrene mesajlar gönderse, hayaller kursa olacağına dair... Canı acıyordu. O an tek istediği Geveze'nin kollarında olmaktı, güvende hissetmekti. Sadece sıkı sıkı sarılsın istiyordu. Çünkü ne zaman Geveze'yi yok etmeye çalışsa kafasında, boşluğa düşmüş gibi hissediyordu.

Geveze hayatındaki en büyük süprizi yaptı ona. Sabahın bi vakti, yurdun kapılarının açıldığı vakit geldi yanına. Konuştular uzun uzun. Tek anlaştıkları konu anlaşamadıklarıydı. Ders çalıştılar. Ve Bir Çeşit Ben ilk defa hiç bir şey düşünmeden ders çalışabildi.

Geveze giderken Bir Çeşit Ben hayatıyla ilgili bazı kararlar almayı düşündü. Taşların yerinden oynaması gerekiyordu belkide.. Belki de çook dualar edip geldiği hayat doğru hayat değildi. Umut etmeye devam mı etmeliydi yada? Bu kadar istediği olduysa bu da olurdu belki. Değer miydi peki? Düşünecekti zamanla da bulacaktı cevapları.

6 Nisan 2012 Cuma

Tv, Tv Olalı Böyle Aşkla İzlenmedi


Bir kaç gündür tam bir öğrencilik yaşıyoruz. Fakirlik desen var, ödev stresi, sınav gerginliği ve hayat yorgunluğu...

Bu bir kaç günde televizyonumuz da bozuldu tam oldu. Normal şartlarda doğru düzgün televizyon izlemezdik ama bir şeyin değeri, yokluğunda anlaşılır derler ya aynen öyle oldu. Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin yüzüne bakmıyordum. Ama o gün ekrandaki karıncalar arasında dolanırken Ali Kaptan'ı görünce bi kötü oldum. 2 gün daha Fox'u karıncalı haliylen izleyip ve anlamayıp dayandım. Fox'un dizilerinin kendine göre bir özelliği var: Brezilya dizileri gibi. Kim kimin nesi belli değil. Yazın bi ara kuzenim Deniz Yıldızı'nı izliyordu. Ben de bu kim dedim ama sormaz olaydım. 'Bak şimdi..' dedi yarım saat geçti ama olay bitmedi. O bölümü de kaçırmış olduk.

Bir de Yer Gök Aşk'la akraba dizisi Lale Devri var. Yer Gök Aşk'taki Toprak, Lale Devri'ndeki Çınar'la evlendi. Böylece iki dizi akraba oldu. İkisinde de bir entrikalar bir entrikalar...

2 günün sonunda dayanamayıp uydumuzun düzelmesi için gerekli mukaddes gereci üşenmedim aldım geldim. Koli bandını yani :) Böylece cam gibi görüntüye yaklaşmaya çalışan görüntüye sahip olduk. Ben de bunu Show'un çok konuşulan dizisi Suskunlar'ı seyrederek kutladım.

Suskunlar, Kuyudibi'ndeki dört arkadaşı konu alıyor. Yaptıkları bir hatayla tüm hayatları o hatada saplanıp kalan 4 arkadaş.. Bu hatadan sonra çocuk hapishanesinde hayatları mahvoluyor. Bir anda büyümek zorunda kalıyorlar. Çıktıklarında bir daha görüşmeme kararı alıyorlar. 20 yıl sonra içlerinden biri bu kararı yok sayıyor. Ve intikam için hepsini bir araya getiriyor. Kesinlikle bol adrenalinli bol acılı bir dizi. İlerleyen bölümlerde mahvetmezlerse gerçekten sinema tadında ve soluksuz izleniyor. Şahsen ekrandan gözlerimi alamadan izledim. Ve herkese şiddetlen tavsiye ediyorum (Şiddetle... böyle de bir manyaklık işte)

4 Nisan 2012 Çarşamba

Bu Gece Bütün Meyhanelerini Dolaşırdım İzmirin :p

Meyhane niyetine Halil Sezai :)

Bir Çeşit Ben gecenin bir vakti korkuyla uyandı. Yine korkunç bir rüya görmüştü. Bu ara erken uyumayı da başarıyordu ama kabuslar peşini bırakmıyordu. Bir kaç gündür annesiyle ilgili şeyler görürken bu kez Geveze'yle ilgiliydi gördüğü. Uyandı Geveze'yle konuştu. Ama yetmedi. İçindeki his geçmiyordu ve Evdaşları uyuyordu. Varyemez Pembe Kafayla konuştu. Varyemez Pembe Kafa bilinçaltının karışık olduğunu söyledi ama sakinleşmesini de sağladı. Bir Çeşit Ben, eskiden beri kabuslarda ve ölüm haberlerinde güçlü duramadığını farketti.


Onun dışında Geveze'yle her şey güzel gidiyordu. Bu ara ikisi de yoğundu. Sınavlar yaklaşmıştı, ödevler, sunumlar yavaş yavaş sonlandırılıyordu. Bir Çeşit Ben yine ders çalışamıyordu. Bu yılın başında aldığı 'not bile tutcam, sınavları yüksek tutcam' şeklindeki kararları yine boşaydı sanki... Ama bu kez ders bırakmaması gerekiyordu. Ailesinin bunu kendisinden daha çok dert edeceğini düşünüyordu. Zaten önceden de adam gibi çalışmazdı. İlkokulda tüm ödevleri Pazar gecesine bırakır sonra da bitirene kadar yusuf yusuf atardı. Uzaktayken ailenin sorumluluğu daha çok belli ediyordu galiba kendini. Bir de gece uyanıp herkes uyurken hissetmek istediği güven duygusu...

Bu arada Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul'un şarkısı ne şarkıymış bea! Şiddetle tavsiyedir. "Canıııım doya doya sarhoş olmak istiyor" diye nasıl bağırmış Hüner Coşkuner maşallah :D