30 Nisan 2013 Salı

Ben'i Bu Güzel Havalar Mal Etti

Her sabah üst komşularının gürültüsüyle güne sinirle başlayan Bir Çeşit Ben insanıylayız.

Bir Çeşit Ben son zamanlarını okulundaki saçma sistemi sonuna kadar eleştirmekle ve verilen ödevleri istemeyerek yapmakla geçiriyordu. Verilen ödevleri önce kimin neden verdiğini düşünüyor sonunda bir çıkmaza giriyordu. Anladığı kadarıyla en başta bazı önemli insanlar, öğrencilerin gelişmesi için akıllıca uygulama fikirleri ortaya atmıştı. Ancak gel zaman git zaman insanlar hiiiç yaratıcılık kullanmadan bu fikirleri alıntı yapmış ve o akıllıca fikirler sadece birer prosedür olarak kalmaya mahkum kalmıştı. Böylece Bir Çeşit Ben, üniversite hocalarının yaratıcılıktan nasibini almayan, sıkıcı yaratıklar olduğuna karar vermişti.

Ödevler yoğunlaştıkça havalar da "Bıraaak ne ödevi çık gez" diyordu adeta. Güneş pırıl pırıl sırıtırken, sıcaklık ceketi gereksiz kılacak kadar artmıştı. Bir Çeşit Ben'e de herkese olduğu gibi bir mayışıklık gelmişti. İçinden hiç bir şey yapmak gelmiyordu. İnsanların "mallık" diye tabir ettiği şekilde boş boş bakmaya, oturduğu yerden kalkamamaya başlamıştı. Derslerde kendini plajlarda hayal etmeye başlamıştı. 

Tam Bir Çeşit Ben, bu derste olmama isteğini utanmadan sıkılmadan hocalara bile söylemeye başlamıştı ki yine oyalanacağı bir şeyler çıktı. O gün Oynak ve Ticari Abi eve çıkmaya karar vermişlerdi. Bir Çeşit Ben, en zor zamanlarında desteğini eksik etmeyen Oynak Çocuk için elinden gelen yardımı yapmaya kararlıydı. Oynak Çocuk, onun pervasız, kalbi durulmak bilmeyen çocuğuydu. 

Oynakların yeni evlerine gittiğinde kutu gibi küçücük,çok şeker bir ev buldular. Hiç beklemeden dört bir koldan evi temizlemeye başladılar. Temizlik şirketi çalışanları gibi şarkılarıyla türküleriyle temizliklerini yapıverdiler.

Sonraki gün ise Bir Çeşit Ben için önemli bir gündü. Hayatının tombiki, dışarıdan sert kalbi
yumuşacık sevdiceği Geveze'sinin kuzeni gelecekti. Bir Çeşit Ben, bu haberi aldığında kafasında tilkiler dönmeye başlamıştı. Geveze'sinin tanıyacağı ilk akrabasıydı bu. Eğer bu kuzen bir şekilde annesine-kardeşine birine Bir Çeşit Ben'den iyi bir şekilde bahsederse, o da bir ara diğerine bahsederse....Sonunda Bir Çeşit Ben'in o güzel bahsedilen hali ailede yayılır ve Bir Çeşit Ben gizliden gizliden aileye girmiş olurduu... Bu planlarla Bir Çeşit Ben bir çeşit Hürrem olmuş, Geveze ailesine girmek için entrikalar üretir olmuştu.

Geveze'nin kuzeni fotoğraflarda kendine has bir havası olan, irice bir insan evladı görünümündeydi. Bir Çeşit Ben planlarına uygun hareket edip onunla ters gitmemeye ve iyi bir izlenim yaratmaya karar vermişti. Sonra Geveze'si onu kuzeni Bağlanır'la tanıştırdı. Bağlanır görüntüsünün aksine ince duygulu, konuşmadan önce ne konuşacağını düşünüp planlayan, gönül işlerinde çok çabuk bağlanıp üzülebilen biriydi.

Bir Çeşit Ben, o gün her şeyi akışına bırakmıştı. Kendisi gibi davrandığında herşeyin kendiliğinden güzel gittiğini farketmişti. Bağlanır ve Geveze, uzun uzun çocukluklarını anlatırken çok eğlendi. Geveze'sinin ailede el üstünde tutulduğunu bir kez de Bağlanır'dan öğrenmişti. Hatta bir ara Bağlanır, Bir Çeşit Ben'i rafting için memleketlerine davet etmişti. Bir Çeşit Ben, bahaneler bulsa da içten içe çok gururlanmıştı.

Böylece ödevlerinden yorulan bünyesi yeni biriyle tanışmanın sevinci ve değişik bir şeyler yapmanın  mutluluğuyla bir nebze nefes aldığını hissetmişti. 

13 Nisan 2013 Cumartesi

Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet

Hürriyet, Türkiye’nin en çok okunan gazete uygulaması Hürriyet E-Gazete’den sonra Hürriyet Tablet uygulamasını da hayata geçirdi. “Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet” sloganıyla tanıtılan ve Apple Store’da 1 numaraya yerleşen bu yeni uygulama kullanıcılar tarafından oldukça beğeniliyor.

2011 yılının Mart ayında hayata geçirilen Hürriyet E-gazete uygulaması bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesi olmayı başarmış durumda. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı 16 bine ulaşarak, ücretsiz

12 Nisan 2013 Cuma

Gerçek Staj Raporları Burda

Bir Çeşit Ben o gün dünyanın en vurdumduymaz insanlar kategorisinde ilk sırayı kaptırmayacak insan Gamsız'laydı. Sözde rehberlik çalışmaları için staj raporlarını yazmak üzere buluştular. İşte olanlar...

Bir Çeşit Ben, soyadının azizliğiyle iki yıldır okullara staja gittiğinde Gamsız'la aynı yere düşüyordu. Gamsız içinde, derinlerde bir yerle iyi bir insan olmakla beraber psikolojiye katkıda bulunan insanların SÖMÜRÜCÜ diye tabir ettikleri bir insandı. Her türlü sınav, ödev ve sorumluluk gerektiren işte kaçış yolları arardı.Bir Çeşit Ben bu yıl da Gamsız'la aynı yere düşünce kadere boyun eğmiş ve sorumluluğu ele alma fikrine ısınmaya çabalamıştı.

Haftalar sonra iş okullarda yaptıkları şeyleri rapor haline getirmek olunca Bir Çeşit Ben, Gamsız'ı yanına oturtmuş ve "Yaz kızım" diyen avukatların edasıyla cümleleri yazdırmaya başlamıştı.
Raporlarda gerçeği hiç de yansıtmayan bir sürü şey yazmışlardı. Ancak gerçek raporlar bambaşkaydı:

1.Hafta:
ASDFG anadolu lisesine gidildi. Okulda, serbest kıyafet yönetmeliği yüzünden öğrenciye benzer bir şey görülmedi. Okula girip çıkanlardan hangisi öğrenci hangisi yabancı belli değildi. Okul Psikolojik Danışmanı Kıvırcık Hanım'la tanışıldı. Kıvırcık Hanım, bıraksalar ayaklanma çıkaracak feminist ruhlu bir bayandı. Kıvırcık Hanım'dan okul ve okul yönetmeliği hakkında bilgiler ve tavsiyeler alındı.

Bkz: Sizin tek dinleyeceğiniz insan Müdür'dür. Sakın ha müdür yardımcılarını dinlemeyin. Yönetmelikleri iyi kavrayın. Sizi ezmeye çalışacaklar. Yılmayın!!!

Sınıfta yapılması planlanan etkinlikler Kıvırcık Hanım'la paylaşıldı ve her türlü itiraz ve engelleme cümlesi dinlenildi. (Hayır bu etkinliği yapamazsınız, sistem değişti.Bunu yapamazsınız sınava girecekler vs.)

Kıvırcık Hanım, bizleri okul müdürü Ezilmiş Bey'le tanıştırdı. Ezilmiş Bey müdür yardımcıları ve öğretmenler tarafından sindirilmiş bir halde bulundu. Sesi soluğu çıkmıyordu. Müdür yardımcısı ise tahta göz dikmiş vezir gibiydi.

2.Hafta:
ASDFG anadolu lisesine yine gidildi. Allah belamızı vermişti. Kıvırcık Hanım gireceğimiz sınıfı gösterdi. Öğrenciler, bizleri boş ders olarak gördükleri için gözleri parlamıştı. Sınıfa içi pamukla dolu top oyunu oynatıldı. Öğrencilerin işgüzarlığıyla top oyuncak olmaktan çıktı. Birbirlerini şeytan taşlar gibi taşlamaya başladılar.

Kvırcık Hanım'ın yeni bir yüzü daha görüldü. O tam bir psikopattı. Telefon numaralarımızı vermediğimiz için önce kalemi fırlatmış. Sonra da sitem üstüne sitem etmişti. Açıklamaya çalıştığımızda sözümü kesip duymak istemiyorum demesi ise tam bir ali rıza bey modundaydı.
Belirlenen günde görüşmek üzere okuldan çıkıldı. Belirlediğimiz güne de lanet ettik. Staj bütün gerilimiyle devam edecekti....

10 Nisan 2013 Çarşamba

Allam Aklıma Sahip Ol

Hasta olduğunda açılan tek burun deliğini sevinçle herkese haber verebilen çeşit insan Bir Çeşit Ben'in hayatındayız.

Bir Çeşit Ben, o hafta yine bir hastalığa merhaba demişti. Neredeyse dönemin başından beri griple mücadele halindeydi. Hocaanım'ın dediğine göre bağışıklık sistemi çökmüştü. Bunun nedeni de Bir Çeşit Ben'in pek de aramadığı meyvelerdi.
Hastalık dışında her şey Bir Çeşit Ben için yolunda gidiyordu. Hatta düşündüğünden de iyi bir şekilde...

O gün sevgilisinin arkadaşı Sudan Korkan Kaptan'ı daha iyi tanıma fırsatı bulmuştu mesela. Sudan Korkan Kaptan yıllardır okuduğu kitaplardan, izlediği filmlerden öğrendikleriyle hayatı sorguluyordu. İnsanların 'Statü, para, ün' peşinde koşmalarının saçma oluşunu, basit yaşayarak da çok mutlu olunabileceğini söylüyordu. Hatta aslında para ya da ün sahibi olanların sadece mutlu taklidi yaptıklarını savunuyordu. Dışardan oldukça eğlenceli ve rahat bir insan gibi görünen Sudan Korkan Kaptan'ın böyle derin düşündüğünü kim bilebilirdi ki...

Bir de Oynak vardı... Uzun zamandır şöyle bir oturup sohbet etme fırsatı bulamadığı Oynak o ara yine bir aşk acısı çekiyordu. İnsanlar dışardan Oynak'ı durmadan kız peşinde koşan biri sanırdı. 3 hafta boyunca bir kızdan bahseder, onla mesajlaşır, sonunda da işi ciddiye bindiremeden reddedilirdi. Ya da kendiliğinden kızdan vazgeçerdi. Uzun zamandır aşkta yüzü gülmüyordu Oynak'ın... Bir Çeşit Ben, Oynak 'la sohbet etme fırsatı bulmuştu. Ve onun için çok üzülmüştü. Oynak ilk defa bir kıza fena halde vurulmuştu. Ancak sonuç yine hüsran olmuştu. Yine de o sohbet konuşmak ikisi için de iyi olmuştu. İnsanlarla konuştukça ve farklı hayatlar gördükçe Bir Çeşit Ben kendini daha iyi hissediyordu.

Bir Çeşit Ben günlerdir kendini acayip bir rahatlık içinde buluyordu. Mutluydu. İnsanlarla konuşmak ona iyi geliyordu. Zaten dert etmesi gereken bir şey de yoktu.

Sadece ara sıra geçmişinden hortlayanlar vardı. Bu kişiler onu dürtüp, kendilerini hatırlatıyorlardı. Sonrasında yine kayıplara karışıyorlardı. Bir Çeşit Ben, geçmişte o kadar değer verdiği bu insanların nasıl böyle davrandığına bir anlam veremiyordu Bir Çeşit Ben...

Günler güzel ve hızlı geçiyordu. Çok gülen çok ağlar hesabı Bir Çeşit Ben, kötü şeyler olmasından çok korkuyordu. Bu güzel günlerin güzel devam etmesini istiyordu....

3 Nisan 2013 Çarşamba

Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor


Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:  The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir.

Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.

Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.

Herkes İçin Kalp Derneği’nin kurucusu Ord. Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos. Kalangos, iki kez Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kalp cerrahı. Bu alanda 14 ayrı teknik geliştirmiş. Son 100 yılın en iyi cerrahlarından biri olarak tanınıyor. Ayrıca, dünyanın en prestijli tıp ödüllerinden Fransız Tıp Akademisi Ödülü’ne sahip.

Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.

Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan  “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…

Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

Burası Buram Buram Tarih Kokuyor.. Çanakkale

Geleceğin gezelim görelim sunuculuğu için adaylığını koymayı planlayan Bir Çeşit Ben insanıylayız.

Mesir Macunu Festivalinden sonra hızını alamayan Bir Çeşit Ben'i kameralar bu kez de memleketin başka bir noktasında yakaladı. Bu kez Bir Çeşit Ben hayatında gitmeyi en çok istediği yerdeydi: Çanakkale'de..

Bir Çeşit Ben, Çanakkale'ye yıllardır yakasını kurtaramadığı cemaat sayesinde gidişini trajik bir durum olarak nitelendirse de kendi içinde denize düşen yılana sarılır mantığıyla avunmaya çalışmıştı. Gezmekten günleri karıştırsa da, çekildiği fotoğraflarda poz vermekten yüzündeki her mimik isyana gelecek olsa da Bir Çeşit Ben yılmamıştı. Ve yola çıkmıştı. 

Gecenin bir köründe kendini "Hadi ablacım biraz hızlı olalım" diyen cemaat ablasıyla bulan Bir Çeşit Ben "Allah'ım yine aynı yerdeyim..Cemaatten kurtulayım diye dualar eden bu kulunu böyle mi sınıyorsun" diye düşünmeden edememişti. Sonrasında ise 7 saatlik mesafe bile dememiş kendini uykunun tatlı kollarına bırakıvermişti. O ki 18 saatlik Hatay yollarında otobüsü beşik bilen bir insan haline gelmişti. Ve aslında dolmuş yolculuğunda azıcık sallansa uykulu hale gelmesinin tek sebebi yine o yollardı.

Sabah, yanında oturan Evdaş'larının en kaba şekilde "Ne uyudun yaa bi kalk artık geldik" şeklindeki dürtüklemeleriyle kendine gelen Bir Çeşit Ben, Çanakkale'ye adım atmayı kutsal topraklara adım atmışlıkla eşleştirmişti. Sonra Tikli Baba adını verdiği, yüzü ve vücudundaki tiklerle göz yoran ama tarihi su yapıp içmiş rehberleriyle gezintiye başladılar.

Kale-i sultaniye'yi, namazgah tabyalarını, mecidiye tabyalarını gezmekle başladılar. Seyit Onbaşı'nın, banyo günlerinde saldırıya uğrayan askerlerin öykülerini dinlediler. Bir Çeşit Ben için her şey öylesine büyülüydü ki.. Burası sadece bir savaşın kazanıldığı yer değildi. Burası aslında Umuttu. İnsanoğlunun karamsarlaşmadan, durmadan neler yapabileceğinin kanıtıydı. Mehmet Akif'in daha Çanakkale'yi görmeden "Çanakkale Şehitlerine" diye yüreğinden geçenleri yazdığı yerdi..Ki burayı görse kimbilir neler diyecekti.

Ancak sıra şehitliklere geldiğinde Bir Çeşit Ben dünyadan kopmuş gibi hissetmeye başlamıştı. Umut, cesaret, yiğitlik...Bunların hepsi tanımında zorlanılacak ifadelerdi. Ve hepsi gerçekleştirilmişti. Ama bir de "Şu an" vardı. Gerçekten bu şehitler şu anda yapılanlardan memnunlar mıydı acaba? Yoksa gençliğe bakıp "Biz boşa uğraştık" mı diyorlardı. Kars, Kayseri, Bursa ve daha nerelerden küçücük bir sürü genç şehit düşmüş..Başı dimdik, ardımda bıraktıklarım ne olacak demeden...Bir Çeşit Ben'in tüyleri diken diken olmuştu. Kimbilir hepsinin bilinmeyen ne hikayeleri vardı.

Bir Çeşit Ben, sordu sorguladı, karşılaştırdı. Bir çıkış bulamadı. Atatürk'ün saatinin parçalandığı yere geldiğinde bir de Atatürk'e karşı duydu aynı mahcubiyeti. Şimdi gerçekten de onun bahsettiği "Muasır medeniyetler seviyesinde miyiz?" yoksa "29 Ekim'lerin" bir şekilde kutlanmadığını görüp mezarından çıkmak, "kendinize gelin,uyanın" diye haykırmak mı istiyordur...Düşüncelerin sonu gelmedi..

Gezi bittiğinde hayatında hiç olmadığı kadar yorgun, bir o kadar da düşünceliydi. Tek bildiği gerçekten de her Türk evladının orada bulunması gerektiğiydi. Bu tarih kokusunu, mahcubiyeti, sorgulamaları herkesin yapması gerektiğiydi. Çanakkale onun için geziden öte bir şey olmuştu.