9 Aralık 2012 Pazar

Sürekli Anahtarını Unut..Cinnet Geçirmeyen Sevgili Senindir

Bir yandan 1 Ocak için vitrinleri pırıl pırıl yapan öte yandan da 21Aralık'ta ilahi güç tarafından imha edilmeyi bekleyen insanlığın çelişkisini şaşkınlıkla izleyen Bir Çeşit Ben insanıylayız..

Bir Çeşit Ben o haftayı Antakya'dan gelen arkadaşı Azrail ve sevgilisi ile geçirmişti. Azrail'i çocukluğundan beri tanırdı. Lakabı Azrail olsa da kalbi süt gibi beyazdı. Bir Çeşit Ben'in tüm kaprislerini, susmayan çenesini hep Azrail çekmişti.
Azrail'in bir de 4 yıllık kaçak-göçek bir sevgilisi vardı. Gezici diyelim. Gezici coğrafya bölümü okuyordu ve doğuştan bir coğrafyacıydı. Hiç yerinde durmaz,her an bir yerlere gitmeyi ve bir şeyler yapmayı düşünürdü. İkisi de ailelerinin baskısı yüzünden bir türlü görüşemiyorlardı. Telefon-internet- yarım saatlik görüşmelerle 4 yılı devirmişlerdi.

4 yıl Bir Çeşit Ben'in gözüne ömür gibi görünmüştü. İlişkilerinin sırrını ise hiç üşenmeden anlatıverdiler: "Yanlış mı yapıyorum diye düşünme. Sınavda yanlış çıkarsa diyip sildiğin seçeneğin doğru çıkması gibi bir şey bu. Çok düşünürsen çok yanlış bulursun yaşamaya bak." Hiçbir ilişkisinde daha bir yılı bile kesintisiz şekilde dolduramayan Bir Çeşit Ben imrenmekten bir hal olmuştu.

Azrail ve Gezici bir hafta boyunca İzmir'in altını üstüne getirdiler. Gezmedik bir adım yer bırakmadılar. Bir Çeşit Ben Azrail'le alışverişe çıktığında dünyanın en zor işiyle karşı karşıya kaldığını anlamıştı. Azrail hiç bir şey beğenmiyordu. Daha da kötüsü her giysiye Gezici'nin beğenip beğenmeyeceği, kıskanabileceği gözüyle bakıyordu. Ali Ağaoğlu'nun çarşıdaki versiyonu gibiydi: "Bu değil, bu hiç değil beni anlamıyorsun Gezici mutlu olsun istiyorum"

Azrail ve Gezici'nin gittiği gün ise Bir Çeşit Ben tüm şikayetlerinden pişman oldu, boynunu büktü, soluverdi. Onlara çok alışmıştı. Azrail ve Gezicinin gittiği an olaylar yakasını bırakmadı.

Azrail ve Gezici'yi bırakır bırakmaz Geveze'si aradı. Alışveriş yapmak istiyordu. Bir Çeşit Ben de zaten o moralle eve gitmek istemiyordu, bu da bir bahane olmuştu gitmemek için. Geveze tüm kredi kartı borçlarını, parasızlığını göz ardı edip bot almak istiyordu. Bot dediğin iyi olmalıydı, sağlam olmalıydı. Gittiler ve botu aldılar. Kredi kartları artık dile gelse "Bırak beni canii yok sana para" diye bağıracak dereceye gelmişti. Kredi kartlarının kimisi ortadan ikiye kırılmak üzere olan emektardı, kimisi de "Saç saç saç deli gibi deli gibi" diye şarkılar söyletecek kadar dinç.

Botu aldıktan sonra Bir Çeşit Ben eve gitmek istediğine karar verdi. Bir hafta durmadan gezmenin karşılığı güzel bir dinlenme olmalıydı. Olmadıııı.

Tam eve gidiyim derken bir durdu, gözleri büyüdü ve kafasına inen gerçekle yıkılıverdi: "Anahtarını unutmuştu." Bu ilk değildi, çocukluğundan beri kapıda kalırdı, çözümler arardı ve kendine bildiği tüm küfürleri sayardı. Geveze sakin karşıladı kendi evine çağırdı. Hem ev arkadaşı GezginÇocuk'un misafirleri gelecekti aralarında Bir Çeşit Ben'in Evdaşı da olacaktı ondan anahtar alırdı. Bir Çeşit Ben bu mantıklı cümlelere hakettikleri sessizliği gösterdi.

Akşam Geveze'lerin evi bir çeşit düğün evi, bir çeşit merasim yeriydi. Her odadan Bir Çeşit Ben'in daha önce görmediği bir yüz çıkıyordu. Bunlar GezginÇocuk'un diksiyon kursundan arkadaşlarıydı ama birbirleriyle o kadar samimiydiler ki gören yıllardır beraberdir sanırdı. Bu samimiyet Bir Çeşit Ben'e biraz yapaylık kokusu verdi ama Bir Çeşit Ben bir şey söylemedi. Herkesle tek tek tanıştı, konuştu. Türk kültürünü sürdürmek istercesine, ev sahipleri yemek yaparken misafirleri yalnız bırakmadı.

Yemek hazır olunca Geveze'yle kalabalıktan bunaldılar ve ortamdan kaçmayı tercih ettiler. Hava ayazdı. Bir Çeşit Ben de her zamanki gibi ağırlık taşımaktan korkar gibi ince giyinmişti. Bu yüzden yine dondu. Geveze ise centilmenlik kurallarına uyup Bir Çeşit Ben'e kabanını verdi. Bir Çeşit Ben bu hareketle çok mahcup olup rahatsız hissetse de her seferinde hoşuna gittiğini de inkar edemiyordu.

Bir Çeşit Ben'in yürümek istememesi yüzünden ikinci otobüse bindiler. Bir Çeşit Ben üzerindeki kabana rağmen donuyordu. Kafasında sıcak kahveler, kaloferin güzel ışıltısı dönüyordu. Tüm yorgunluklarıyla eve varmak üzereydiler ki....
Bir Çeşit Ben duruverdi. Bu kadarı görülmemiş, duyulmamıştı. Bir Çeşit Ben'in yüzünde kocaman bir şaşkınlık oluştu.

BirÇeşitBen'in durmasından anlayan Geveze "Anahtarı mı unuttun?" dedi. Sesinde "Al işte, aferin, bravo, Allah belanı versin, sen nasıl insansın" ın karışımından oluşan bir isyan vardı. Ve sonuna kadar haklıydı.
Bir Çeşit Ben o an Geveze'nin cinnet geçirip kendisini boğduğunu görür gibi oldu. Bir gün içinde ikinci kez anahtar nasıl unutulabilirdi? Geveze bir çözüm bulmak için Bir Çeşit Ben'in Evdaşlarını ararken Bir Çeşit Ben de yavaşça kabanı çıkarmaya başladı. Babasından dayak yemeye  hazırlanan bir çocuk oluverdi.

Bir Çeşit Ben'in beklediğinin aksine Geveze sakinliğini korudu. Tek bir laf etmedi. Bir kafeye gidip ısındılar. Sonra da onca yolu geri dönüp anahtarı aldılar. Bir Çeşit Ben, o akşam unutkanlığın rekorunu kırdığını farketti. Unutkanlık olayında bu kadarı yapılamazdı. Geveze'ye karşı mahcup olduğuna,hatta yerin dibine girdiğine mi yoksa bu kadar unutkan olduğuna mı üzülse bilemedi.

2 yorum: